Eğer bu yazıyı bugün 09.00 - 12.00 saatleri arasında okuma fırsatı bulduysanız, aynı saatlerde ben üniversitede Halkla İlişkiler Bölümü'nde verdiğim 'İmaj Yönetimi' dersinde olacağım.
İmaj Yönetimi'nden söz edilirken, kimi zaman ünlülerin gerçek isimleri de derste konu oluyor. Örneğin, Sibel Can'ın gerçek adının Deniz Engüzel, Seda Sayan'ın Aysel Gürsaçer, Cüneyt Arkın'ın Fahrettin Cüreklibatur, Alişan'ın Serkan Burak, Yılmaz Güney'in Yılmaz Pütün, Yıldız Kenter'in Ayşe Yıldız, Yaşar Kemal'in Kemal Sağdıkgöğçeli, Sezen Aksu'nun Fatma Sezen Yıldırım, Murat Soydan'ın Rüjdan Tercan, Doğuş'un Orhan Baltacı, Müjde Ar'ın Kamile Suat Ebrem olması öğrencilerin dikkatini çekiyor.
Bu listeyi ülkemizden ve dünyadan örneklerle onlarca sayfa uzatabiliriz.
Bugünkü dersimizde bu örneklere yeni bir ismi daha ilave edeceğiz.
Ünlü gazeteci Uğur Dündar'ın daha önce soyadı 'Dindar'mış.
Anlayacağınız, soyadından sadece bir harf değiştirmiş.
Bir harf değişikliği bile, anlamı ne kadar farklılaştırıyor değil mi?
Bu bilgiyi, değerli gazeteci Hüseyin Gökçe'nin Han Yayınları'ndan yeni çıkan 'Defterimdeki Ünlülerin 200'ü' başlıklı kitabından aldım.
Kitap elime geçtiği andan itibaren 200 ünlü ismin yaşam hikayesinden anekdotları bir çırpıda okurken, Uğur Dündar'ın anlatıldığı kitabın 338. sayfasında şu satırlar çıktı karşıma; 'Uğur Dündar, ailesinden gelen 'Dindar' soyadını 'Dündar' olarak değiştirdi. Bu tek harfti ama, bu önemli değişiklik, yakışıklı ve gözü yukarılarda yeni bir televizyoncu için önemliydi. Din düşmanı olduğundan değil elbet. Dindar algılanmayı uygun bulmadığından...'
Kimin ad ve soyadını ne şekilde değiştirdiği normal şartlarda kimseyi ilgilendiren bir konu değil elbette. Ama üniversitede 'İmaj Yönetimi' dersi veriyorsanız, bu tür ayrıntılar öğrencilerin ilgisini çeken hoş birer anektod oluyor.
Kaldı ki bölümün öğrencilerinden ileride ünlü isimlere imaj maker ve menajerlik yapmak isteyenler de çıkacaktır. Bu durumda, gerektiğinde gelecek vaat eden tanınmış isimlerin ad ve soyadlarının değiştirilmesi de yeni işlerinin birer parçası haline gelecek.
Kitapta ünlü isimlere dair birbirinden hoş ayrıntılar da var.
Örneğin Ülker'in kurucusu Sabri Ülker'in, hayatında edindiği tecrübelerden yola çıkarak yaptığı 'fazla iyilik nankörlük doğurur' tespiti not etmeye değer bir ayrıntı oluşturuyor. Sabri Ülker bu durumu, 'Çok iyilik yapılan kişilerin aşağılık kompleksine girerek yeri geldiğinde normalden daha nankör olabileceğini'' örnekleriyle anlatıyor.
Kitapta, 2004 yılında kaybettiğimiz ünlü işadamı Sakıp Sabancı ile ilgili de okurken tebessüm etmemize neden olan hoş ayrıntılar yer alıyor...
Şu satırlar o bölümden..
'Beylerbeyi'ndeki köşküne beyaz eşya tamiri için giden bir servis elemanı anlatıyor...
Sakıp Sabancı:
-Evladım, gitmeden evvel şu ütüye de bir bakıver. Atılmasın, kullanırız.
Getirdiği, nerden baksanız 20-30 yıllık eski bir ütü. Ne diyeceğimi bilemedim. İşimi bitirdim tam çıkıyordum, Sakıp Bey oradaki varlığımı unutmuş olmalı ki, hanımına seslendi:
-Dün akşamdan arttırdığım sütlaç vardı buzdolabında, bulamıyorum hanım...
-Sakıp... Sakıp... Yemesen ölür müsün canım? Attım onu yemeyesin diye... Doktor şekerden kaç demiyor mu?
-Bu defa açlıktan öleceğim galiba hanım?'
Sakıp Sabancı gibi Türkiye'nin en zengin ikinci isminin gönlünün istediği gibi yiyip içememesi, açlıktan öleceği esprisi ya da serzenişi haliyle hoş bir ayrıntı oluşturuyor.
Okuyucularımızdan, onu bunu bırak da, Hüseyin Gökçe kitapta sizin hakkınızda ne yazmış diye merak edenler olabilir.
Şu kadarını söyleyeyim... Hüseyin Gökçe'nin elinden ucuz kurtulmuşum.
'Defterimdeki Ünlülerin 200'ü' kitabı 'vay be' dedirtiyor. İyi ki ünlü olmadığınıza şükredeceğiniz çok ayrıntı da var kitapta...
(Y.I)